Büyük ḳubbeli serin ̣dīvān bugüñ daha sākin , daha gölgeliydi.Pencerelerinden süzülen mavi , mor , sincābī bahār żiyāları , çīnīleriniñ yeşil derinliklerinde birikiyor , ḳoyulaşıyordı.Yüksek ipek şiltelere diz çökmüş yorġun vezīrler , öñlerindeki ḫāliniñ reñkli naḳışlarına baḳıyorlar , uzun , beyāż ṣaḳalını żaᶜīf eliyle ṭutan iḫtiyār ṣadrāᶜẓamıñ sönük gözleri , ġāyet uzaḳ , ġāyet ḳaranlıḳ şeyler düşününüyor gibi mevcūd olmayan noḳṭalara dalıyordı. - Cesūr bir adam lāzım , paşalar ... didi , biz oñun ṣırmalara , altınlara , elmāslara ġarḳ iderek gönderdigi ilçisine el öpdürmedeñ ; ancaḳ diz öpmesine müsāᶜde itdik , şübhesiz o da muḳābele itmege ḳalḳacaḳ. - Şübhesiz. - Hīç şübhesiz. - Muṭlaḳā ... Ḳubbealtı vezīrlerindeñ tamāmıyla kendi fikirlerinde oldıġını añlayan ṣadrāᶜẓam , düşündügüni daha açıḳ söyledi : - O ḥāldebizden ilçi gidecek adamıñ çoḳ...